SİYASETİN DE DOÇENT’İ

O gençliği ve dinamikliğinin yanı sıra bilgi ve donanımıyla da öne çıkan bir başkan. Kimden mi bahsediyoruz? Tabii ki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Adana İl Başkanı Doç. Dr. Anıl Tanburoğlu’ndan…

Yayın: 30 Haziran 2024 - Pazar - Güncelleme: 30.06.2024 13:00:00
Editör - Hüseyin Azar
Okuma Süresi: 28 dk.
Google News

Sayın Tanburoğlu ile kentin en nezih mekanlarından Narkis Botanik Bistro’da bir araya geldik.

Cumhuriyet Halk Partisi’nde yaşanan büyük görev değişikliğiyle birlikte 7 Ekim 2023’te Adana İl Başkanlığı görevine seçilen Doç. Dr. Tanburoğlu’nun siyasi yönünün ötesinde geçmişinden, okul, iş ve evliliğinden çok önemli kesitler bulacağınız söyleşimizi ilgi ile okuyacağınızdan eminiz. Eminiz diyoruz, çünkü bizim de ilk kez duyduğumuz becerilerinin olduğunu göreceksiniz. Mesela, en sevdiği yemeğin, eşinin yaptığı ‘sebzeli makarna’ olduğunu, çocukken gülle de oynadığını, 3 bin kitaplık muhteşem bir kitaplığa sahip olduğunu bilmiyorduk. Hatta 9 yaşında futbol kulübü başkanlığı yaptığını da… Ya siz?
Gelin birlikte okuyalım…

RÖPORTAJ:
KEREM DEMİRAL - HÜSEYİN AZAR

 

Cumhuriyet Halk Partisi Adana İl Başkanı Doç. Dr. Anıl Tanburoğlu’nun bilinmeyenlerini yazdık.

“KULLE DE OYNADIM, FUTBOL DA”

 

Sayın Tanburoğlu, önce kısa bir özgeçmişinizden bahseder misiniz? Tanburoğlu kimdir, nerede doğdu,
nerede okudu?

11 Eylül 1982 yılında, babam Afyonkarahisar’da yedek subay olarak askerliğini yaparken doğmuşum. Üç aylık olduktan sonra da Adana’ya gelmişiz. Babam, Adana Karşıyaka’dan. Ama annem yani dede tarafım Selanikli. Anneannem Girit’ten, İstanköy doğumlu. Sonrasında Bodrum’da yaşamış. Annemle babam İzmir’de, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde okurken tanışmışlar. İkisi de diş hekimi. Orada evlenmişler. Ben ilk çocuk olarak dünyaya gelmişim. Adana’da yaşayıp, Adana’da büyüdüm. Önce Karşıyaka’da otururken sonrasında eğitim için şehir merkezine taşındık.


“KULLE DE OYNARDIK”
Eğitiminizi hangi okullarda yaptınız?

Cebesoy İlköğretim Okulu’nda okudum. Liseye ise Anadolu Lisesi’nde devam ettim. Çoğunlukla büyümemiz Karşıyaka’da olduğu için arkadaşlarım ve çevrem burada yaşayanlar arasında daha fazla oldu. Çünkü babaannem ve dedemin evi oradaydı. Çocukluğumuz sokaklarda oyun oynayarak geçti. Sürekli top oynadığımız arkadaşlarımız buradaydı. Kulle (Bilye) oynadığımız da oldu. Yani çok özgür, çok rahat bir çocukluğum geçti. 
Kulle oynamada nasıldınız?
Kulle oynamada fena değildim ama futbolda çok daha iyiydim. O zamandan beri futbol merakım var. Özellikle futbol kulübü yöneticiliğine de merakım vardı. Arkadaşlarla kendi aramızda bir futbol kulübü kurmuştuk resmi değil tabi. Kulübün açılışında da kendi harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz paralarla kebap yapmıştık ama yaş daha 9. Kebap yapmasını çok da bilmiyorduk, kebaplar şişten düşmüştü : ) Çok başarılı bir açılış olmadı ama ben tüm oyuncularla sözleşme bile imzalamıştım o gün. Adını Ayestefanos Spor Kulübü koymuştuk. Bu ismi evdeki bir kitapta görmüştüm. Bir arkadaşımızın evinin altındaki mağazayı kulüp yeri yapmıştık. Sonrasında halı sahada top oynadık, uzun zaman bizi yenen olmadı. Adana’nın değişik yerlerinden teklifler gelirdi, gider futbol oynardık. 11 yıl böyle top oynamışımdır.


Hangi mevkide oynuyordunuz?
Genellikle orta sahada oynuyordum. Ama benim bir dönem de kaleciliğim var. Hocalardan da kalecilik eğitimi almıştım. Bizden sonra gelen kuşaklardan çok kaleci yetişmesine katkı koymuşumdur. Hamit diye bir arkadaşım vardı, sonrasında benim başkanlığını yaptığım Seyhangücü Spor Kulübü’nde kaleci olarak futbol oynamıştı. Bir takımın bütün organizasyon yapısına uygun maça çıkmadan önce taktiksel konuları konuşur, anlatırdım. Takımı organize etme, bulunduğum takımda kaptanlık yapma durumum da vardı. “BİR YERDE ÇARŞI, BİR YERDE ŞİMŞEKLER”
Spordan bahsetmişken, hangi takımı tutuyorsunuz öğrenebilir miyiz?

Adana Demirspor’la birlikte Beşiktaşlıyım. Yani şöyle diyebiliriz; Hem Cumhuriyet Halk Partili, hem Beşiktaşlı hem de Adana Demirsporlu olmak bir üçlü gibi geliyor bana. Muhteşem değerler. İçerikleri açısından baktığınızda hem belli değerleri sahiplenen, hem Atatürkçü hem de biraz böyle isyankâr.


Bir yerde Çarşı bir yerde Şimşekler. ‘Takım ruhum var’ diyorsunuz başkanım! CHP olarak hükümet olursanız ne yaparsınız o zaman?
Yani, hükümet olursak muhaliflerimizin oldukça özgür, demokratik olanakları kullanabileceği bir ülkede yaşarlar. Tribünler de özgürleşir.
Şu an yaptığınız bir spor var mı?
Nadiren futbol oynayabiliyoruz. CHP Yüreğir İlçe Başkanlığımdan önceki dönemde biraz daha sık oynayabiliyorduk. İlçe başkanlığımdan sonra oldukça seyrekleşti. Gerçi, ilçe başkanlığına başladıktan sonra 8 kilo verdim. Tabi spor yapmadan, sadece seçim çalışmalarında yoğun tempodan dolayı. 
“İLK GÖRDÜĞÜMDE BU İŞ OLMALI DEDİM”
Biraz siyasetin dışına çıkalım başkanım. Eşiniz Başak Hanım’la nasıl tanışıp evlenmeye karar verdiniz?

Üç büyük şehirde üniversite eğitimi aldım. İlk başta Anadolu Lisesi’nden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Genetik Bölümü’ne gittim. Ama pek hevesim yoktu. Yani nasıl söyleyeyim, hep siyaset merakım vardı. Siyaset çok ön plana geçti. Pek derslere de uğramadık. İstanbul Teknik Üniversitesi de bizim devam etmemize meyilli değildi. Bir şekilde o hikaye kapandı, İstanbul’da. Sonra Hacettepe’ye geldim. Ankara’da hem siyaset hem de Tıp Fakültesi. Dediğim gibi üçüncü büyükşehirde tamamlamayı kafama koymuştum. Uzmanlığımı da İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Nöroloji Bölümünde yaptım. İstanbul, Ankara’dan sonra sıra İzmir. Asistanlığımın birinci yılında yepyeni bir asistan geldi. Daha yeni başlıyor. Eşim Başak Hanım. Ben Dahiliye Rotasyonu yaparken o da Dahiliyeye geldi. O dönemlerde de Dokuz Eylül grevi var. Böyle asistanlar bir grev yaptı. Beş gün boyunca yani. 1980’den sonraki en uzun kamu grevi. Hastane kilitlendi. Ben de grev sözcüsüyüm. Ayrıca o dönem Sayın Genel Başkan Özgür Özel ile o grev vasıtasıyla tanışmıştık. Beni telefonuna Asistan Anıl diye kaydetmiş ve numaramı silmemiş. Kurultayda bunun esprisini yaptık. Grevde Sağlık Bakanıyla pazarlığa ben gidiyorum. Biraz popüler olduğumuz zamanlardı doğal olarak. Başak Hanım da geldiğinde beni tanıştırdılar. Ben ilk gördüğüm andan itibaren zaten hani derler ya ‘Bu iş olmalı noktasındaydım. Tanıştık. Sonrasında birkaç yıl sonrasında da evlilik, ardından zorunlu hizmetlerimiz oldu. Zorunlu hizmetin bir kısmını İzmir Selçuk’ta yaptıktan sonra Gümüşhane Kelkit’e gönderdiler beni. Başak Hanım da Kahramanmaraş Elbistan’da yaptı. En son Adana’da buluşabildik.


“30 AĞUSTOS 2013’TE EVLENDİK AMA AYNI ŞEHİRDE YAŞAMA İMKANINI 2018’DE BULDUK” 
Ev işlerine geldik ama sizin evlenme teklifi yapma hikayenizi dinlemedik. Hikayenizi paylaşır mısınız?

Ben bu özel günleri Milli bayramlarda yapmaya özen gösteririm. 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşü sonrasında çok sevdiğimiz, her gün gittiğimiz bir balık restoranı vardı. Evimizin hemen yanında. Artık bizim mutfak gibi olmuştu, o balık restoranı. İkimiz de asistanız. Yemeklerimizi orada yiyor, sonra evlere dağılıyoruz. Hep oraya gittiğimiz için Başak Hanım ‘yürüyüş sonrası yine oraya gideriz’ diye düşündü. ‘Hadi bir şeyler yiyelim’ dedim. Zaten önceden orası hazırlanmıştı. Sandallarla geldiler, meşaleler yakıldı, kemancılar vs. Ama oturduğumuzda Başak Hanım değişikliği fark etti. Her zaman oturduğumuz masaya gül de koymuşlardı. Normalde yapmamaları gerekiyordu. Hani çaktırmamak amaçlı. İlgi duyduğumu biliyordu ama evlilik teklifi yapmamı beklemiyordu o gün. Oldukça sürpriz oldu. 29 Ekim’de evlilik teklifi ettim. Sonra aradan bir yıl geçti. 30 Ağustos 2013’te evlendik, milli bayramlara özen gösteririm demiştim, ama aynı şehirde birlikte yaşayabilme imkanını 2018 yılında bulduk. Aynen böyle oldu. 18 Ağustos 2019’da kızımız doğdu. Şimdi 5 yaşına gelmek üzere. O’nu büyütüyoruz. Bizim için çocuk olduktan sonra hayat tamamıyla farklı oldu. Her şey çocuğun üzerinden kurgulanmış durumda. Hatta mutfak paylaşımı dışında ‘çocuğu kim bırakacak, kim alacak?’ Paylaşımı da yaptık. Her sabah ben bırakırım ama akşamları genellikle bu sorumluluğu eşim üstleniyor. Son zamanlarda ‘biraz da sen alıver çocuğu’ diyor. Haklı olarak. Tabi ben aldım mı eve erken dönmüş oluyorum. Yoksa geç dönülecek biliyor. Hele seçim döneminde çoğu zaman çocuğu uyanık göremedim maalesef.
“SINAVDA TÜRKİYE 21’İNCİSİ OLMUŞTUM”
‘Başkent’te siyaseti düşünüyorum’ dediniz ama Hacettepe Tıp Fakültesi’ne girmişsiniz? Ne sebep oldu?

Başarılı bir sınav yaşadım. Türkiye’de 21. oldum. İyi bir derece yapınca da genellikle doktor olunuyordu. Yani Tıp Fakültesi daha çok tercih ediliyor. Ailede sağlık camiasından geliyor. Anne-baba diş hekimi. Çevrede de çok sayıda doktor var. Başarılı bir sınav olunca da ‘Hacettepe’ye gidelim’ dedik. Bir de Ankara’da o siyasi yapı iklim İstanbul’dan biraz daha farklı. Genel merkezler orada. Bende Ankara’da olmak istedim. Cumhuriyet Halk Partisi Ankara İl Gençlik’te, üniversite komisyonunda, sonra genel merkezde üniversite komisyonlarında çalıştım. Tam da Türkiye’nin zor ve sıkıntılı dönemleriydi. Ergenekon sürecinin olduğu zaman Ankara’daydım. Cumhuriyet Mitingleri ve organizasyonlarında yer aldık. Atatürkçü Düşünce Kulüpleri, Toplulukları, Nasıl Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü, CHP gençlik kolları gibi birçok alanda görev yaptık ve neredeyse Türkiye’nin her ilinde örgütlenmişizdir o dönem. O dönemde öğrencilikle siyaset birleşmiş gibi oldu benim için. 


İzmir’e, siyasete ilk adım attığınız yer diyebilir miyiz?
Hayır, Ankara. İstanbul’da daha böyle aktivist olarak bulunuyorduk. Hatta sosyalizm mücadelenin içerisindeydik. Ankara’da Cumhuriyet Halk Partisi siyaseti başladı. Ben Çevre Sokakta başladım. Yani Genel Merkezimiz Çevre Sokaktaydı. Yeni binasına daha taşınmamıştı. Başladığımda, Sayın Deniz Baykal genel başkan, Önder Sav Genel Sekreterdi. Şimdi, o dönemde beraber gençlik kollarında bulunduğum arkadaşlarımdan ikisi genel başkan yardımcısı görevi yapıyor.
Peki, Sayın Deniz Baykal’ın, hani Sayın Süleyman Demirel’in yakasına yapıştığı ‘demokrasi istiyoruz’ dediği o gençlik yıllarında, Demirel’in ‘Bak yakama yapışıyorsun’ şeklinde verdiği cevap var. Bu anılar çok konuşuluyor muydu? Siz de bundan etkileniyor muydunuz?
Sayın Deniz Baykal o anıyı hiç doğrulamadı. Ama Sayın Baykal’ın 1960 öncesi bir öğrenci aktivitesi içerisinde olduğu anlatılırdı. Tabii o dönemde parti bu kadar güçlü değildi. Daha yeni parlamentoya girmişti ve AKP’nin de ilk dönemleriydi. Cumhuriyet Halk Partisi bu kadar geniş kitlelere henüz açılmamıştı. Gençlik kolları böyle biraz daha farklı eğitimlere tabi tutulurdu, o dönemde. Gözünüzde de yani genel başkan 35 yaşında bakanlık yapmış. Yıllarca kongreler, kurultaylar. Biraz çekinirdik, açıkça söyleyeyim. Onlar bir efsane gibi gelirdi bize o zamanlarda. Önder Bey de öyle. Tabii onların yanına girip çıkmak çok kolay değildi. Şimdi ki genel başkanımıza bakıyorum, mevcut genel başkanımızla böyle bir abi-kardeş gibi oturulabiliyor. Onlar daha devletliydi. 


“TEK İDOLÜM MUSTAFA KEMAL ATÜTÜRK”
Siyaset konuşmuşken, gençliğinizden bu yana örnek aldığınız bir siyasetçi var mı? İdolünüz kim?

CHP’de herkesin idolü Mustafa Kemal Atatürk’tür. O’nun hayatı ve hayat çizgisi herkese örnek olan bir çizgidir. Doğal olarak tek idolümüz Mustafa Kemal Atatürk. Zannedersem sadece benim değil Türkiye’ deki çok geniş bir kitlenin idolü Mustafa Kemaldir. Onun kurduğu bir ülkede yaşamak ve kurduğu partide İl Başkanı olarak görev yapmaktan onur duyuyorum.
Siyasetten bir kez daha uzaklaşalım. Bu süreçte aile yapınız nasıl gelişiyor? Son dönemde yaşadığınız siyasi yorgunluk. Aile düzeniniz nasıl gidiyor? Mutfağa girip yemek yapıyor musunuz? Eşinize nasıl yardımcı oluyorsunuz? İş paylaşımı yapıyor musunuz?
Evet yapıyoruz. Sonuç olarak paylaşmak zorunluluğu da var. Benim eşim de Şehir Hastanesi’nde Nefroloji Uzmanı. O da ağır çalışma şartlarına sahip. Bütün her şeyi onun üzerine yıkmak haksızlık olur. Ama genellikle eşimin yaptığı yemek sonrası benim yaptığım işler de var. Sonuçta eşim güzel yemek yapar. Yemek sonrası masayı toplamak, bulaşıkları yıkamak ve evin derlenip toparlanmasına yardım ederim.
Az önce eşim yemeği yapar dediniz. Eşinizin yaptığı, sizin sevdiğiniz yemek hangisi?
Eşim çok güzel sebzeli makarna yapıyor. Farklı sebzeleri birleştirerek yaptığı makarnayı çok severim. Yani aralıklı da olsa onu yapmasını isterim, kendisinden. Kongre sonucu genel başkanlığı değişimi yaşadınız. Siz de bu değişimin hemen içerisinde başladınız diye düşünüyorum. Adana’ya baktığımızda da ilçe başkanlarının çoğu değişti. Göreve yeni gelen başkanların tamamı da genç. Değişime ayak uyduruldu diyebiliriz. 

Yerel seçimden de başarıyla çıktınız. Bundan sonraki planlarınız, iktidara yürüyüşünüz nasıl olacak?
Evet. Doğru söylüyorsunuz. Bu il başkanlığı dönemi, ilçe başkanlığından sonra tam da partinin kurultay sürecine denk geldi. 7 Ekim’de il başkanı oldum. Evet, bir ay sonrasında kurultay vardı zaten. Çok yoğun tartışma ortamının olduğu bir dönemdi. Fakat dediğiniz gibi ben il başkanı olmadan önce ilçelerde belirgin şekilde değişikliğe gidilmişti ve neredeyse herkes yeni ilçe başkanıydı. Bu sebeple ben de yeni il başkanıydım. Birbirine denkleşti. Yani sonra ben şunu da gözlemledim. Adana’da biz bunu yapmıştık ama sonra 57 il başkanı, İl Başkanları toplantısına gittiğimizde gördüm ki ilk kez il başkanı olmuşlardı. Oldukça yeni bir kadroydu. Genel Başkanın değişmesi, Özgür Bey’in genel başkan olması sonrasında o yeni kadro çok dinamik, çok enerjik. Bütün yükü sırtlayan ve genel başkanın da sürüklemesi ve önlerini açmasıyla illerinde oldukça belirgin siyaset yapabilme imkanlarına kavuştular. Yani, Özgür Başkan’ın temel bir kriteri var. O da örgütlerin özellikle il başkanlarının her zaman el üstünde tutulduğu bir yolda gidiyor. Bu da bize hem fazla sorumluluk veriyor, hem de fazla siyasete katılabilme imkânı sağlıyor. O açıdan da biraz daha farklı bir il başkanlığı yapıyoruz. Yani tam büyük bir değişimin içinde kaldık. 
Seçim sürecine baktığımızda iyi bir yönetim anlayışı sergileyip, iyi bir hatiplik yaptınız. Bu anlamda hatiplik yönünüzü de görmüş olduk. Halka dokunduğunuzu görüyoruz. Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?
Şöyle diyebilirim. Az önce anlattım ya. Eşimle tanışma hikâyemizi sordunuz. Aslında biraz da zannedersem ‘onun da evliliğe giden yolda bir birlikteliğin başlaması konusunda yine benim hitabetimle alakalıdır’ diye düşünüyorum. Yani o grevdeki konuşmalarım ve eşimde benim hitabetimle alakalı bir şey oldu o dönemde. Nasıl hissediyor, nasıl düşünüyorsan öyle konuşuyorum. . 
Seçim öncesi adayların açıklandığı dönemde Feke’deki bir konuşmanız dikkatimizi çekti. Mehmet Ali Bey için orada hitap ederken şu cümleyi kurdunuz. Mehmet Ali Bey’in anne ve babasından söze girip, ‘anne ve babasının olmadığını’ ifade ettiniz. Yani, söylemek istediğimiz, o gün orada ‘halkın nabzına iyi dokundunuz’. Bu oradakilerde çok büyük etki bıraktı!
Genel anlamda çok hikayeler var. Örneğin Mehmet Ali Bey aday gösterilecek, bekliyoruz. Ben de Feke’ye gideceğim. Bir gün önce Parti Meclisi toplanacak. Mehmet Ali’yi başkan adayı gösterecekler. Ben de her şeyi ayarlamışım. Ertesi gün Feke’ye gidip elini kaldırıp ‘adayımız budur’ diyeceğiz. Parti Meclisi ertelendi. Mehmet Ali Bey de tabii ‘beni göstermeyecekler mi?’ diye düşündü. Ben de, ‘Gelip elini kaldıracağım. Sen merak etme’ dedim. Sonra aday gösterildi, Feke’ye gidip elini kaldırdım. Mehmet Ali Bey çok heyecanlıydı, duygusallaştı. Biraz da ağlayarak ‘benim annem-babam yok’ dedi. Ben o gün kafama yazmıştım zaten onu. Yani ‘Annem-babam yok ama parti benim annem ve babam oldu’ demişti. Aslında, o Mehmet Ali’nin sözleriydi. Ama ben o gün ondan çok etkilenmiştim. Sonra Feke’de seçim bürosu açılışına gidince orada da bin 500 kişi vardı, çoğu kadın. Hani, annesinin olmaması, oradaki kadınların hepsinin ona bir çocuğu gibi yaklaşması beni de etkiledi. Yani benim ritim hepsinde var. Etkilenme olayı değişiyor. Diğer konularda da öyle. Siyaseti çok bürokratik bir dille yapmamak lazım. O gün birçok kişi ağlamıştı. Aynı şeyin benzeri Ali Demirçalı’nın doğup büyüdüğü sokakta yaptığımız toplantıda da yaşandı. Orada yine çocuklar vardı. Birçoğu yalın ayak çocuklar. Anneleri de vardı. Sonuçta çok zor geçim şartlarının olduğu bir yerdi. Orada da ‘Sonuçta biz bu işi neden yapıyoruz? İşte bu çocuklar bir Ali Demirçalı olabilsin diye yapıyoruz’ demiştim. Yani insanların hayatına dokunabilirsek doğru. O çocuklar, ‘Buradan bir Ali Demirçalı çıkıyorsa ben neden çıkmayayım?’ diyebilmeli. Hatta şöyle demiştim: ‘Bu çocuklar ya uyuşturucu bağımlısı ya da Ali Demirçalı olacak.” Demirçalı milletvekilliği yapmış olduğu için o örneği vermiştim. Sonrasında Zeydan Başkanımızda öyledir. 11 kardeşin olduğu, Cumhuriyetin yetiştirdiği bir mühendis. Evet. Aradan sıyrılıyor. Yıllarca Cumhuriyet Halk Partisi’nde mücadele ediyor ve Adana Büyükşehir Belediyesi’ni yönetiyor. Ayrıca siyaseten de Zeydan Başkan ‘ dan çok feyz aldığımı ve birçok şey öğrendiğimi de burada belirtmek isterim. Hepsi ekonomik şartları zor olan ailelerden çıkan başarı hikayeleriydi. Mesela Oya Tekin’de öyle. Oya ablanın babası Tarsus’ta tuhafiyeciydi. Yani o kadın, babasına yemek götürüp-getirerek zor şartlarda okuyup avukat olmuş bir başarı hikayesine sahip. Yani halk çocuklarının aday gösterildiği bir partiyiz. Ben devlet okullarında okudum. Tüm adaylarımız Adana’nın evladı. Neredeyse tüm adaylarımız böyle. O yüzden ben bu kadar rahat onlarla ve partimizle alakalı konuşabilen bir başkanım. Ekibimiz ve tarihimiz bana bu imkanı veriyor.
“COUNTRY TARZI DİNLERİM. MELEK MOSSO’YU ÇOK SEVERİM”
Yine siyasetin dışına çıkalım. Müzikle aranız nasıl? Söyler misiniz veya dinler misiniz? En sevdiğiniz müzik türü nedir? Hangi sanatçıları dinlersiniz?

Yani herkes gibi ben de müzik dinlediğimde dinleniyorum. Daha çok yabancı müzik dinlerim. Country tarzı dinliyorum. Ayrıca Melek Mosso’yu çok severim. Ben şarkı söyleyemiyorum. Önce bunu anlatayım. Benim soyadım Tanburoğlu. Ailede demek ki müzikle ilgilenen biri varmış gibi bir durum var. Geçmiş kuşaklara bakıyorum, müzikle iç içe. Bu arada kız kardeşim güzel sanatlar piyano bölümünden mezun. Bende bu hiç yok. Ne şarkı söyleyebiliyorum, ne müziği ayırt edebiliyorum. Bu konuda müthiş bir yeteneksizlik var.
O zaman, ‘iyi dinlerim’ diyorsunuz?
Müzik dinlerim ama şöyle söyleyeyim. Benim söylediğim şarkının o şarkı olup olmadığını anlamanız mümkün değil. O kadar yeteneksizim yani. O yüzden şarkı söylememe konusunda kendimi çok tutmuşumdur. Hayatta ağzımı açmam. Öyle bir yerde eşlik etmede çok başarısızımdır.
 “8 YAŞINDAN BU YANA KİTAP OKURUM”
Peki, hobiniz var mı?

Kitap okurum. 3 binden fazla ciltten oluşan kitaplığım var. Belki de hayattaki eğitimim, siyaset, sonrasında aile yaşantısı bütün her şey mesleğim tamamıyla iyi okuyabilme üzerine kurulu. 8 yaşından bu yana aralıksız olarak hep kitap okudum. Çok geniş bir külliyatta okurum. Yani tarih olsun, siyaset olsun, felsefe, romanlar, şiirler olsun okurum. Belirgin bir sistematiğim var kafamda. Şu sıralarda oldukça popülerleşen kitaplar oluyor. Bunlar dünya siyasetini ilgilendiren, çünkü dünya siyaseti de krizde. Sadece ülkemizde değil. Artık teknolojik gelişmelerin siyasete yansımaları ve dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizlik, gitgide açılan makaslara uluslararası ölçekte bakan yazarlar var. Daha çok onları okumaya çalışıyorum şu anda. Mesela, Piketty gibi, Stiglitz gibi ve işte Acemoğlu gibi. Küresel ölçekte siyaset okumaları yapmaya çalışıyorum. Bir de Avrupa Sosyal Demokrasi’nin ilerici hareketinin kitaplarını çalışıyorum. Varufakis gibi. İngilizce de okuyabildiğim için Avrupa veya Amerika Birleşik Devletleri’nde çıkan kitapları elektronik olarak okuyabiliyorum. 
“UĞUR MUMCU’NUN ÖLDÜRÜLMESİNİ UNUTAMIYORUM”
Merak ettiğimiz bir başka konu. Çocukluğunuzda olsun veya gençlik yıllarınızda, unutamadığınız etkilendiğiniz bir anınız var mı?
Uğur Mumcu’nun öldürülmesini unutamıyorum. 24 Ocak 1993’tü. Bombalı saldırıda hayatını kaybetmişti. 11 yaşındaydım. Sonuçta babamın da çok geniş bir kütüphanesi vardır. Okuma alışkanlığı, babamdan geçti. Tabii hep sol kitaplar. O, 1980 öncesinin devrimci kuşağından, beslenme oradan her halde. İşte edebiyat dergileri gelirdi, sonuçta Cumhuriyet Gazetesi okunuyor evde. Uğur Mumcu’da idol tabii. Babamın o anki yıkılışını, umutsuzluğu ve ondan sonra sene boyunca biliyorsunuz çok fazla arka arkaya faili meçhuller oldu. Çok fazla aydın öldürüldü. Çok karanlık bir seneydi. O senenin dönüşünde 11 Eylül 1993’te Yüreğir Belediye Başkanı Sebahattin Eşberk görevinin başında öldü. O gün benim doğum günüme denk geldi. Kaybedilen aydınlar ve solcular sanki aileden birini kaybetmiş hissi oluşturmuştu bende. Benim için 1993 senesi kırılma yılı olmuştu ahlaken, siyaseten, değerler ve gelecekteki yolum ve sorumluluğum konusunda. 
“MÜTHİŞ BİR KÜLTÜR VAR”
Toplumsal mücadelenin içinde olmak zorundayım hissi, topluma karşı sorumluluk hissi. Belki de nüveleri. Ayrıca benim aile yaşantısında şöyle de bir şey var. Babam Alevi, annem Sünni. Babam Arap kökenli, Annem Türk. O zamanlarda böyle bir gerilim vardı. Onu söyleyeyim. Sonuçta bir Alevi toplumunda yetişiyorsunuz. Alevi kültürü almış oluyorsunuz. Dini vecibeleriniz de gündelik hayatınız da ona göre evriliyor. Yaz aylarında kalkıp anne tarafına gidiyorsunuz. Orada Kur’an kursu var. Seni Kur’an kursuna gönderiyorlar. Anneanneniz namaz kılıyor. Bizimkiler orada farklı namaz kılıyor. Müthiş bir kültürel farklılık var. Ayrıca seçenekler size bırakılmış durumda. Aile özgür bir aile olduğu için sen kendini dini olarak ne hissediyorsan karar veriyorsun. Kendimi şekillendirirken kendi içimde çatışma hissettiğim durumlar da oldu. Ama çok da faydalı buluyorum bu iki kültürü de alabilmiş olmayı ve tanıyabilmeyi. Türkiye toplumunu daha iyi analiz etmeme yol açtı. Buna, bir tek kültürün içinden baktığınızda çok daha düşmanlaşmış görebiliyorsunuz ya da karşıda görebiliyorsunuz. Bir rekabet ilişkisini görebiliyorsunuz. Ama sonra bakıyorsunuz aynı evde yaşıyorlar işte. 
Eşim de böyle. Anne babası farklı kültürlerden. Bir şekilde bunları yaşamış biri. Bizim evliliğimiz de öyle. Ben kızıma diyorum yani. Kürt var, Türk var, Arap var, Alevi var, Sünni var. Gürcistan’dan gelenler de var. Yani çocuğum kendini nasıl tanımlayacak bilemiyorum. Her kültürü görmek çok büyük bir çeşitlilik. Kendini bu ülkeye ait hisseden herkes Türk vatandaşı. Bir kere bunu tanımlamış oluyorsunuz. Bir de şu yönü var. Ona çok dikkat çekmek isterim. Bu kültürleri de tanımak isteyenler için müthiş bir zenginlik size. Yani bir bayramı orada, bir bayramı burada geçirdiğinizde iki bayramın aslında aynı, çok farklı kültürlerde çok farklı ritüellerle kutlandığını görüyorsunuz. Çok güzel oluyor. Size çok şey katıyor. Eşimin ailesiyle de tanıştıktan sonra onlarında aynı ayrı kültürleri var. Onlara gidiyorsunuz. Tanımak isterseniz, ya gözünüzü kapatırsınız ya da tanıyıp içine girersiniz. 
Bu arada eşiniz nereli?
Eşim Ankara doğumlu. Annesi Diyarbakırlı, babası Sivaslı.O da farklı kültürlerden gelmiş ve huzur içinde beraber yaşayan bir aile yapısına sahip. 
Biraz da mesleğinizden bahseder misiniz?
Girişimsel Nöroloğum. Türkiye’de çok az var. Siyasete devam ederken, 4 yıllık eğitimin ardından Girişimsel Nöroloji sertifikası aldım. Mesleğimde de çok iyi olduğumu iddia ediyorum.

“KENDİ İL KONGREMDE DOÇENTLİK YAZIMI YAZDIM” 
Madem konuya girdiniz, bundan biraz daha ayrıntılı anlatır mısınız?

Şimdi nörolojinin alt bölümleri var. Bunlardan birisi beyin damar hastalıklarıyla alakalı. Hani felç geçiriliyor ya, inme oluyor. O felcin ilk 4-5 saatinde ilaçla müdahale, ilk 6 saatinde anjiyoyla girip alma imkanı var. Tamamıyla hastanın geri döndüğü bir şansı var. Bunu yapabilmek için nörolojinin üzerine bir ek eğitim almanız gerekiyor. Ben o eğitimi aldım. Hastalar felç geçirdiğinde ilk birkaç saat içerisinde bize ulaşabilmeleri durumunda girip o pıhtıları çok başarılı olarak alabiliyoruz. Sayın Deniz Baykal’a da öyle bir müdahale yapılmıştı, zamanında. O müdahaleyi yapan kişilere Girişimsel Nörolog ya da Girişimsel Radyolog deniyor. Bu arada Doçentlik derecesi de almış olduk. Tam seçim arifesine denk geldi. 23 Şubat’ta doçentliğim geldi ama son yazımı kendi il kongremde yazdım. İl kongresi devam ederken yukarıya çıkıp bir yazının düzeltmesini yapmışlığım var. O da merhum Erdal İnönü’nün kurultayda fizik problemi çözmesi gibi bir anıdır benim adıma. Siyasetin yanında mesleğimde bu kadar yetişmişken icra etmeyi önemsiyorum.
Başkanım, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de Business Life Dergisi ailesine bu güzel söyleşi için teşekkür ederim

 

Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.